20 Mart 2016

Açaydım kollarımı, gitme diyeydim....Lush

Güzellik bloglarını az da olsa takip eden biriyseniz bilirsiniz.... Lush Türkiye pazarından çekildi :(
Bir çok yerde haberi duyunca blogger Bittha ve Bleu, sırf Lush alışverişi yapmak için koşa koşa Gordion'a gitmiştik :) Tabi mağazanın yerinde yeller estiğini görünce Eskişehir'e dönüş yoluna girmeden Cookshop'da kendimizi yemeye vermiştik de o şekilde süreci biraz daha depresyona girmeden atlatabilmiştik. Ama o günden bana kalan travmadan mıdır nedendir bilmem Almanya, Japonya fln demeden dünyanın neresinde Lush mağazası görsem kendimi tutamıyorum. Hatta Youtube'da Lush sayfasını beğenip, uzunca bir süredir manyak gibi ürünlerin nasıl yapıldığına ait videolar izliyorum. Bu nedenle bugüne kadar kullandığım Lush ürünlerini topluca burada yorumlamak istedim. Ürünler eklendikçe, blogumuzda yazan diğer bloggerlar da ekledikçe burası sürekli güncellenecektir... 
Yorumlar %100 kendi düşüncemiz olup, tek temennimiz Lush'ın Türkiye pazarına dönmesidir. Seni çok özledik eyyy mis kokulu, kara kaplı, sabuncu tükkanı, noolur geri gel :)



Herbalism 
Belki de Lush'ın en ünlü ürünü desek abartmış olmayız. Evet bende bir Herbalist'im.... İçinde bolca bitki olan Herbalism'in içeriğinde ısırgan, biberiye gibi bitkiler, badem, pirinç sirkesi ekstraktı gibi bileşenler dikkkat çekiyor. Ben bu ürünün içeriğini okuduğumda kesinlikle cildime iyi geleceğine inanarak Herbalism'i almıştım ve haksız da çıkmadım :) Ama bana göre bu ürüne temizleyici demek yanlış, çünkü bu temizleyici ile peeling arasında bir ürün. Normalde Lush'ın taze ürünlerinin buzdolabında bekletilip, 3 ay içinde bitirilmesi lazım ama Herbalism gibi çok satan ürünlerinin "Self Preserving" yani daha uzun dayanan versiyonları da çıktı, tabi içinde bir takım katkı maddeleri ile.... Ama bence küçük kutuda, hemen tüketilmesi gereken taze ürünleri almak daha mantıklı.... Çünkü ürünlerin bozulacağını bilmeniz sizi düzenli kullanıma teşvik ediyor, eee haliyle de en güzel sonuçları alıyorsunuz. Normal, karma ve yağlı ciltlere tavsiye ediliyor ve sivilcelere iyi geldiği iddia ediliyor....Sivilce problemim olmadığı için bu konuda işe yarayıp, yaramadığını bilemiyorum ama şu konuda eminim, cildinizi pürüzsüz ve pırıl pırıl yapıyor. Ama içeriğindeki otlar belki hassas ciltleri tahriş edebilir, o nedenle dikkkatli kullanmanızı tavsiye ediyorum

Mask of Magnaminty 
Yine Lush'dan yemyeşil bir ürün :) Bu ürün ise basitçe içinde nane ve kil olan bir maske. Ki bu güne kadar kullandığım kil maskeleri içinde en başarılısı. Zaten nanenin cilt sıkılaştırıcı etkisini ve kilin yağ kontrolü işlevlerini bildiğim için bu ürünü de gözüm kapalı almıştım. Normalde kil maskelerinin hemen hemen hepsi yağlı ve karma ciltlere uygun olduğu için, cildi uygulama sonrasında gerip, ardından nemlendirici kullanmayı gerektirir. Fakat bu maske diğer kil maskelerinden farklı olarak cildinizi kurutmuyor. Bu da bence içeriğindeki bal ve gliserinden dolayı oluyor. Tavsiye eder miyim... kesinlikle!!

Brazened Honey Mask
Lush'ın diğer maskelerini deneme maceramda bana "Eyvah, yanlış birşeye para verdim..." dedirten bir ürün Branzed Honey. Bu maskeyi katalogdan bakıp almıştım ve açıkçası içeriğindeki bal gönlümü çelmişti. Fakat ilk kullanımda garip bir şekilde cildimde garip bir yanma hissi yaptı. Ama bu yanma hissi üç-dört kullanımdan sonra azalarak gitti. Ki bence o yanmanın sebebi de içeriğinde bulunan zencefilden kaynaklanıyor. Bunların dışında yine adaçayı, biberiye, rezene gibi yeşilliklerden az miktarda içeriyor. Cildi bayağı geriyor, o yüzden hassas bir cildiniz varsa yaklaşmayın derim. Ama bende alışma sürecinden sonra güzel bir etki yaptı. Plasebo etkisi mi bilmiyorum ama bu maskeyi kullandığım sürece cildimdeki ufak tefek kızarıklık izlerinin gidip, cildimin sıkılaştığını hissediyorum. Ama siz yine de denemeden almayın!!

Eau Rome Water
Buna ilk para verdiğimde, "Eeee bu gül suyu aslında" demiştim, ki öyle de.... Tek bir farklı gül suyuna lavanta suyu karıştırıp, sprey bir şişeye koymuşlar. İyi mi, kesinlikle.... Ama bunu alacağınıza Şelale'ydi, Eyüp Sabri Tuncer'di, Rosense'ydi bi gül suyu alıp kullanın..... Alın size Lush Eau Rome Water Dupe ürünü....(Pardon dupe değil, ikame :)) Dediğim ürünleri alıp kullanmanız sizin için hem daha ekonomik olur, hem de yerel ekonomiyi desteklemiş olursunuz.... (hem Lush artık Türkiye'de yok....acımıza biraz daha tuz ruhu basayım....:) :) ) Hem Isparta gibi tüm dünyaya gül ticareti yapılan bir şehire sahip bir ülkede gül suyu bulamayıp da, İngiliz firmasından almak, biraz enayilik olur. Ama ne yalan söyleyeyim, bunu buzdolabından soğuk soğuk çıkartıp, yüzüme sıkmaya da bayılıyordum, orası da ayrı....


Charity Pot Hand Cream
Bunu minik bir kutuda, kasanın yanında küsüratı tamamlamak için almıştım. Bir de hayır işi var tabi ki. Lush'ın bu sosyal sorumluluk projelerinden kazanılan para, gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkelerde hayır işlerine harcanıyor. Belki de Lush doğal olmasının yanında, bu iyi yönleriyle de kalbimi kazanan bir marka oldu. Şimdi ki projesi ile Fukushima'da gerçekleşen Tsunami sonrası, nükleer kazadan yıllar sonra dekontamine olmuş toprağı yenileyerek, o arazide kolza tohumu yetiştirmekmiş. Böylece o kolza tohumunu ürünlerinde kullanıp, o alanda tekrar tarımı teşvik etmiş olacaklarmış. Bence mantıklı mı.... Düşünmek lazım.... Çünkü radyoaktif ürünlerin konsantrasyonları yarılanma süresine göre oldukları arazide gitgide azalır. Ama asla sıfırlanmaz!! İşte bu nedenle proje hakkında detaylı bilgi edinip, o toprağı nasıl dekontamine ettiler bilmek istiyorum. (Bu yazıyı Japonya'dan yazmam da ayrı bir ironi) Allahtan Fukushima'ya bayağı uzak bir yerdeyim de bir nebze için rahat, Hem biz Türk'üz bize bişey olmaz.... Hem dediler yaaa, evde de LPG kullanıyoruz ya ayol, haaah işte ikisi de aynı derecede (!) tehlikeli :))) 
Yine konudan sapmışım, kreme gelirsek, beğendiğim yoğun kıvamlı bir el kremi işte. Kokusu çok hoş, boyutu itibariyle tam çantaya atmalık. Bi yerlerde denk gelirseniz alın bence.

The Kiss Lip Scrub /Bubblegum
Bu Lip Scrup, sevgililer günü için özel koleksiyon ürünüydü. Normalde Lush'ın en bilindik Lip scrubu Bubblegum'ın neredeyse aynısı.... Sevgililer günü olduğu için scrupın içine minik minik kırmızı kalp şeklinde pullar koymuşlar, tek farkı o. Dudaklarınız için güzel bir peeling ama bence gereksiz. Siz aynısını esmer şeker ile zeytinyağını karıştırıp, bir kaba koyarak da yapabilirsiniz. Çok isterseniz içine pembe gıda boyası da koydun mu al sana Lush dudak peelingi.... Bende bi gaflet anında aldım ama bundan sonra ürünü bitirdiğimde kabını esmer şeker koymak için kullanırım herhalde.

Big Shampoo
Duygu Özaslan bu ürün için "Kokusunu seven çok sever, sevmeyen nefret eder" yorumunu yapmıştı ve ben de kendisine %100 katılıyorum. Ben bu şampuanı kesinlikle seviyorum. Hani elinizde bulaşık yıkadığınızda, camlar gıcır gıcır olunca böyle elinize bir gırç gırç diye temizlik sesi gelir yaaa, işte aynısını saçınızda hissediyorsunuz. Böyle saçınız tertemiz, pırıl pırıl oluyor. Şimdi siz, "Tabi ki, şampuan bu, saçı temizler, temel görevi bu yani" diyebilirsiniz. Ama inanın bana bu şampuanı kullandıktan sonra önceki şampuanlar sanki saçınızı böyle hafif yağlı bırakıyormuş gibi geliyor. Ki benim saçım hiç yağlı bir saç olmamasına rağmen çok sevdim. Özellikle, köpük, jöle, sprey...vs kullandığınız günlerde bu ıvır zıvırı saçınızdan arındırmada çok başarılı bir şampuan. Ama şunu da belirteyim, kuru bir saç deriniz varsa bu şampuanı asla almayın!! Bende bile ilk kullanımda bi kuruluk yapıp, hafif kepeğimsi şeylere sebep oldu, sizin saç derinizi kazıyıp, yerinden söker yani!! Tabi hobi olarak yine de kullanabilirsiniz, ama ayda bir falan saçınızda ne var ne yoksa, Allah ne verdiyse, temizlemek amacıyla kullanın ve sakın her gün bununla yıkamayın. (Hem Lush Türkiye'de yok ya artık....o yüzden bi yerlerden bulup buluşturup, bu ürünü alırsanız, gıdım gıdım kullanmak zorundasınız yani, devamı yok kardeş, bize kadar :) )

Fairly Traded Honey Shampoo
Yine Lush'ın hayır işlerinden biri sonucu formülüze edilmiş bir ürün.... Açıkçası bunu da Lush'ın youtube kanalında nasıl yapıldığını gösterilen videoyu izleyip, gaza gelip almıştım. Adam koca bi kazan balı videoda direkt boşaltıyor karıştırıcıya. Zaten ürünün %50'si bal!! Benim de saçlarım yıpranmış olduğu için bu şampuanın saçıma iyi geleceğini düşünmüştüm. Aslında güzel de bir şampuan, kokusu falan da çok hoş.... Ayrıca balın antiseptik özelliğinden dolayı, içinde koruyucu kimyasallar içermiyor. Ama nasıl desem, hani Big Shampoo tamamen temizliyor dedim ya, işte bu şampuan da tam tersi.... Yani tam tersi dediysem tabi ki temizliyor, ama nasıl desem, böyle bir yağlı bitişi var bunun. Şampuan sonrasında saç kremi kullanmanıza gerek kalmıyor.  Beğendim ama bir daha alır mıyım, bilemiyorum....

American Cream 
Bunu ne zaman kullansam kendimi duşta Madonna'nın "Aaaaamericannn dreammm..." nidalarıyla buluyorum. Zaten Lush'ın bu şapşik isimlerine de ayrıca bayılıyorum. Kokusu da bir harika, vanilya, çilek, bal...vs vs içeriyor zaten. Ama şu aralar saçım geçirdiği işlemelerden dolayı son derece yıpranmış bir vaziyette. O yüzden hiç saç kremine bulaşmadan, her duşa girişimde direk saç maskesi yapıyorum. Bir daha alır mıyım.... Elimdeki maske biterse bir durup düşünürüm, maske mi alsam bunu mu alsam diye. Sonuçta saç kremi zar zor bitirilen bir şey, haaa bu güne kadar da mucize bir saç kremi ile de maalesef tanışmadım. Ama güzel bir ürün, sıradan saç kremlerinin bir tık üstünde olan bir ürün.  

Coalface
Şimdi buna sabun demeye dilim varmıyor. Çünkü o sabunların şahı!! Coalface içerdiği charcoal ile cildinizde ne var ne yoksa adsorbe eden (halk dilinde hüpp diye içine çeken) geriye de gıcır gıcır, tertemiz bir cilt bırakan muhteşem bir şey, ama kesinlikle sabun diyerek ona hakaret etmiyorum. Bulduğunuz yerde yapışarak alınız ve bir ömür boyu bırakayınız. Siyah rengi ile biraz lavobonuzu kirletecek ama o kadar da kusuru olsun yani.... Size bebek poposu vadediyoruz yani, bir zahmet bununla yüzünüzü yıkadıktan sonra lavobonuzu cifleyiverin.

Yazımı bitirirken Lush distribitörlerine sesleniyorum..... Türkiye pazarına geri dönün.... Zira ben elimdeki o boş, siyah kutulara baktıkça eski sevgilinin resimlerine bakarcasına hüzünleniyorum. Haaa bi de boş kutuları hala atmıyorum, olur da bi gün geri dönerse diye 5 kutuyu verip, 1 beleş maske alırım umuduyla....
Bitha






17 Mart 2016

Japonya ve Geri dönüşüm

Aslında buraya ilk geldiğimden beri bu yazıyı yazmayı düşünüyordum, çünkü insan hakikaten Japonya'ya gelince nasıl bu kadar temiz bir ülke olabilir diye hayrete düşüyor. Gözünüzde canlandırabilmeniz için şu örneği vereyim: Her hafta tren istasyonunda engelli vatandaşlar için yapılmış yürüme şeritleri temizleniyor. Hani şu engellilerin yürüyebilmesi için kaldırımlara yapılan nokta,çizgi şeklindeki sarı kabartmalar var ya, işte bu gözler her hafta temizlik elemanlarının çöküp, bir elinde scotch brite sünger diğer elinde cif ile aralarına gire gire, tırnaklarıyla kazıya kazıya o şeritli kabartmaların detaylı temizliğinin yapıldığını gördü. Bizde yılda bir (ki o da yapılır mı bilmem) rengi simsiyah olmuş su ile, üstünkörü paspas yapılır... (yani olur da yapılırsa)


Her neyse, asıl konumuza dönersek beni asıl bu yazıyı yazmaya iten geçtiğimiz ay gazetede okuduğum bir haber oldu. Bu habere göre Türkiye'de artık karton, kağıt...vs toplayıcılığına son geliyordu ve firmaların sokaktaki toplayıcılardan bunları alması yasaklanmıştı. Bu durum benim aklıma bir gece meraktan takip ettiğim karton toplayıcısını getirdi.... 

Adam 50 yaşının üstündeydi ve Eskişehir'de saat gece yarısıydı. Açıkçası korkmadım desem yeridir.... Ama aslında benim amacım, onun bir sonraki gittiği çöpün kenarına o görmeden cüzi miktarda bir para koymaktı. Çünkü gerçekten ihtiyacı olan insanları bulamayan, bulsa bile utancından, ya da az gelir düşüncesi ile yardım yapamaya biraz çekinen biriyim. Adamı yavaş yavaş arabayla takip ederken bir türlü onun duracağı yerleri kestirememiş ve sonunda o beni görmeden evine kadar gitmiştim . Ama evi görünce içim bir daha parçalandı.... Çevre yoluna çok yakın bir yerde bu kadar kötü durumda bir evle karşılaşacağımı hem biliyor, hem de bilmiyordum. Gerçi ne umuyorsam bende.... Gazetede okuduğuma göre kağıt toplayıcılar tüm gün şehri o bilmem kaç kiloluk arabalarını çeke çeke dolaşıp, günde 20 TL civarında bir para kazanıyorlarmış. Düşünsenize adamlar dilenmiyor, çalıp çırpmıyor, tüm gün çöpleri eşeleyip, kağıtları toplayıp, onları firmalara satıyor ve resmen ekmeğini taştan çıkartıp, sadece sizin bir gece arkadaşlarınızla takılırken içtiğiniz biranın parasını kazanabiliyor, o da şanslı ise.....

Türkiye'de ise yaklaşık 500.000 kişi geçimini bu şekilde sağlıyormuş. Yarım milyon kişi!! Bunların ailelerini de düşünürsek, durumun aslında hiçbirimizin farkında olmadan kaç kişinin hayatını etkilediğini tahmin etmek hiç de zor değil....

Fakat işin ilginç bir yanı daha var, bu insanlar büyük firmaların topladığından kat be kat daha fazla kağıt topluyorlarmış. Haberden okuduğuma göre firmaların kendi kanallarıyla tüm Türkiye'de 1 ayda toplayabildiği atık kağıdı, bu insanlar sadece Ankara gibi bir büyük şehirde 1 hafta kadar kısa bir sürede topluyorlarmış!! Ve şimdi bakanlık tarafından getirilen kısıtlama ile ne olacağı belirsiz....


Şu konuda asla yanlış anlaşılmak istemem, bence zaten bu konu el atılması gereken bir konu idi. "Bakanlık böyle bir şey yapmamalıydı, bu insanlar sürekli bu şekilde çalışmalı/çalıştırılmalıydı" şeklinde bir düşüncem asla yok. Zaten insanlık onuruna yakışmayan bir şekilde bir insanın kilometrelerce yürüyerek, sırtında bir araba çekerek, yaz-kış, gece-gündüz demeden sokaklarda dolaşmasına karşıyım. Ama bunun bu şekilde pat diye, hiçbir planlama yapılmadan ortadan kaldırılmasına ve yüz binlerce insanın mağdur olmasına ve bu iş gücünün bir anda mağdur edilerek yaşamak zorunda olmasına ve bu insanların ortada bırakılmasının hiç de doğru olduğunu düşünmüyorum.

Bu yazıyı Japonya ile karşılaştırmalı yazmaya başlamamın sebebi de bu. Burada bu güne kadar asla sokakta bu şekilde dolaşan insanlara rastlamadım. Çünkü her medeni ülkede olması gerektiği gibi mükemmel bir şekilde yürütülen atık yönetimi uygulamaları var. 

Buraya gelmeden önce, bir blogda Japonya'ya gelen yabancıların dikkat etmeleri gereken şeyler tarzında bir şeyde okumuştum zaten....Japonya, çöplerin toplanması ve sınıflandırılması konusunda çok çok hassas!! O nedenle ilk  hafta otele geldiğimde bana rehberlik eden arkadaşa sormuştum. O da bana çöp poşeti getireceğini ve ona çöplerimi koymam gerektiğini söyleyip bir kaç ayrıntı vermişti. Bende "Teşekkür ederim, ama ben gidip alayım çöp poşeti, zaten eve çıkınca da lazım olacak" gibilerinden bir şeyler demiştim. O da bana "Ama sen burada aldığın poşeti orada kullanamazsın, semt semt hepsinin ayrı poşeti var, o yüzden 1 tane için alma, ben sana getiririm" diyince ben yine bir dumura uğramıştım.

Her neyse, kalacağım yer ayarlanınca, oradaki görevli ilk gün gerekli açıklamaları yapıp, elime de bir broşür tutuşturmuştu. O broşürde çöplerin nasıl atılacağı, nasıl ayrıştırılacağı, hangi çöpü hangi poşete koyacağınızı şaşırırsanız, sınıflandırma örnekleri....vs vardı. Her bir sınıf için, farklı boyutlardaki çöp poşetleri ise, o semtteki her markette satılıyor. 

Kısaca özetleyecek olursam Japonya'da "Burnable" "Non-Burnable" ve "PET" olmak üzere çöplerinizi üçe ayırıyorsunuz. Yanı yanabilecek çöpler; metal, cam...vs gibi yanmayan çöpler ile PET şişeler.... Hepsini ayrı ayrı poşetlere koyup, o şekilde her evin/apartmanın bahçesinde çöpler için ayrılmış kafes şeklindeki alana bırakıyorsunuz. Mesela siz başka apartmanın çöp alanına gidip çöpünüzü koyamıyorsunuz, çünkü kapılarda kilit var ve şifresini de sadece apartmandakiler biliyor. Bu arada.... çöplerinizi de pis atmamanız gerekiyor!! Evet şaka gibi ama şöyle açıklayayım, mesela kola şişesini PET poşetine atmadan önce içini tamamen boşaltıp, şöyle bir sudan geçiriyorsunuz. Aynı şekilde teneke konserve yediniz diyelim, onu da şöyle bi sudan geçirip, non-burnable çöpüne atıyorsunuz.

Ev hayatımızda durum böyle iken okulda, laboratuvardaki atık yönetiminden de kısaca bahsedeyim.... Okulda her cuma saat 1'de temizlik günü, yani temizlik dediysem 10 dk bile sürmeyen, fakat herkesin katılmak zorunda olduğu bir temizlik programı. Öğrenciler, kendi aralarında her laboratuvara dönem başında dağıtıldı ve kimin, neredeki çöpü toplayacağı dönem başında bize mail ile bildirildi. Her cuma aynı saatte, poşet sayısını azaltarak ve atıkları sınıflandırarak çöpleri toplayıp, okulun çöp toplama bölgesine götürüyorsunuz. Fakat evinizdekinden tek farkla.... Çöp poşetinin üzerine laboratuvardan sorumlu en kıdemli hocanızın adını yazarak. Yani, onlar hoca size sorumluluk veriyor ama devlet de hocaya sorumluluğu veriyor ve herhangi bir yanlışta çöpün kaynağının bulunması da böylece kolaylaşıyor. Örneğin, çöpe atılmaması gereken biyolojik, nükleer..vs bir atık bulunursa, kaynağını tespit etmek hiç de zor değil. 

Japonya'da dikkatinizi çeken bir başka şey ise en işlek sokaklarda ve caddelerde bile çöp kutusu yok!! Evet hiçbir yerde çöp kutusu yok ama ilginç olarak yerde bir tane bile çöp kırıntısı da yok. Mesela sokakta bir şey yediniz, bir su alıp içtiniz, çöpünüzü evinize kadar taşımanız ve orada çöpe atmanız gerekiyor. Bu durumda da yerler tertemiz, pırıl pırıl.... (Bu arada Japonya'da sokakta bir şey yemek çok çok ayıp, o yüzden açlıktan ölseniz de o çantanızdaki krakerden bir ısırık almayın!! Zaten yabancı olduğunuz için dikkat çekiyorsunuz, bir de bunu yapmayın!!)

Sık sık karşılaştığım bir başka ilginç durum ise ev hayvanlarını gezdiren insanlar. Örneğin...köpeğini gezdirirken köpeğinin kakasını gelince Japonlar ne mi yapıyor?? Kakasını eline geçirdiği bir poşetle alıp, minik çöp poşetine koyup, sıkıca bağlayıp, çantasına atıyor!! Ben bunu görünce de şok oldum ama bunu yapan 3-5 kişi değil, herkes!! Artık çantasında ayrı bir bölmeye mi koyar, yoksa bunun için ayrı çanta mı taşırlar bilemiyorum ama hep böyle yapıyorlar. Çin gibi bir uzak doğu ülkesinde insanların her yere (5 yıldızlı otellere dahi) balgamlı bir şekilde tükürdüklerini gördükten sonra, Japonya gibi bir ülkede bu denli özenli insanlar görmek beni çok şaşırttı. Bu arada yeri gelmişken bunun Çinli bir arkadaş ile muhabbeti geçti. Onunla Dazaifu diye turistik bir tapınağa gittik ve bana orada sadece Çince yazılmış "Lütfen yerlere tükürmeyiniz" tarzında bir yazı olduğunu söyledi. Sadece Çince yazılmış bu yazıyı görünce bana çok utandığını söyledi. Ben de o zaman Şangay ve Pekinde insanların sürekli tükürdüğünü, hatta bunu sadece sokakta değil havaalanı, otel gibi kapalı mekanlarda da defalarca yaptıklarını gördüğümü söyledim.O da Çin'in asıl sorununun, eğitimsiz insanlar olmasından kaynaklandığını söyledi (ki çok zengin olanlarının bile büyük çoğunluğunun son derece eğitimsiz insanlar olduğunu!! Tanıdık geldi m??)

Neyse, konuyu çok dağıttım, Japonya'ya ve atık yönetimine geri dönecek olursam size vereceğim başka bir örnek Japonya'da market poşetlerin ücretli olması. Yıllarca BİM'e poşet cimriliğinden dolayı söven ben, buraya gelince adamlar haklı ama dedim. (Ki kendilerinden hiç mi hiç hazzetmem!!) Çok pahalı değil 2 yen gibi bir ücreti var ama her seferinde bu parayı vermek yerine sağlam poşetlerden 1 tane hep çantanda bulunduruyorsunuz yada sırt çantası ile alışverişe gitmeye alışıyorsunuz. Ücret az almasına rağmen insanları az poşet almaya ve tüketmeye teşvik edici...Böylece bir süre sonra sizde bu şekilde mümkün olduğunca az tüketmeye alışıyorsunuz.






Özetle, bizde; Türkiye'de, günde 20 TL için sokak sokak dolaşan insanlar var ve şu an ne olacakları bile belli değil.... Bir de Japonya var... Elinde petrol, doğal gaz gibi doğal kaynakları olmayan ama diğer yandan mümkün olduğunca sahip olduğu kaynakları koruyan, mümkün olduğunca her şeyi geri dönüşümle değerlendiren, bu arada elindeki insan gücünü de daha verimli alanlarda değerlendiren bir ülke. Bizde 20 yaşında sokakta dilenen insanlar varken, burada her yerde 60 yaş üstü temizlikçilik, garsonluk gibi vasıf gerektirmeyen işleri yapan ve bundan da gocunmayan, size kocamaaan gülümseyen insanlar var.... Temizlik demişken, Türkiye'de okuldaki temizlik elemanları odamızı geç temizliyorlar diye sitem ettiğim günler aklıma geldi. Burada temizlik elemanları sadece kolidor, tuvalet, asansör gibi genel kullanım alanlarını temizliyor sadece, hocalar ve öğrenciler kendi ofislerinden sorumlu ve yılda birkaç kez grupça genel temizlik yapılıyor. Yani camlarınızı bile kendiniz siliyorsunuz. Apartmanda ise her katta bulunanlar arasından biri genel temizliği yapıyor ve sırayla ilerliyor....

Bu arada geçenlerde facebookda bir arkadaşım Japonya'da ilkokulda verilen eğitime dair bir video paylaşmıştı. Videoda öğrenciler kendi yemeklerini kendileri alıp, sınıfa servis ediyor, sonunda beraber toplayıp, süt kutularını geri dönüşüme hazır bir hale getiriyorlardı. Ayrıca okulda pişirilen patatesi üst sınıflar okulda yetiştiriyorlar, okulun temizliğini yapıyorlar.. vs vs... Uzun uzun anlatmak yerine aşağıdaki belirttiğim videonun linkini koyuyorum. Belki iyi insanlar olmamız için nasıl iyi çocuklar yetiştirmeliyiz sorusunu bu videoyu izledikten sonra kendimize sorarız... 



Kısacası her şeyden önce bizim ülkece değiştirmemiz gereken kafa yapımız!! Yoksa gelecekte sahip olacağımız bencil çocuklarımıza bir çöp yığınından başka bir şey bırakmayıp, berbat ekonomimizden bahsedeceğiz....

Bitha


Edit: Son olarak, tam bu yazıyı yazdığım gün ekşisözlük sol frame de popüler olan bir konudaki videoyu sizlerle paylaşıyorum.... Geri dönüşümden ve insanlıktan anladığı sadece engelli vatandaşlara yardımı olacağını düşündüğü için mavi kapak toplamak olan bir millet versus Japonlar.... Kısacası karmaşık duygular içindeyim aa dostlarrr....



https://eksisozluk.com/oldur-beni-ekmek-teknemi-alma--5067834