17 Mayıs 2016

Bir Labirent Olarak Venedik

Hiç şüphesiz Venedik, eşi benzeri olmayan ve bana sorarsanız her insan evladının bir kere mutlaka dünya gözüyle görmesi gereken, çizme şeklindeki İtalya isimli gezegende bulunan en önemli ve turistik şehirlerinden biri. İtalya’ya neden gezegen dediğimi bir önceki "Milano: Kuzey İtalya'da ki Paralel Evren"  yazımda belirttim okumadıysanız lütfen biran önce o sayfaya ışınlanın.

Biz devam edelim. Venedik, birçok seyahat yazısında (şuan eminim Google’da aratsam sayacağım şehirleri önerecek en az on site bulurum bak) Paris, Roma, Amsterdam ve Barcelona gibi diğer Avrupa şehirleriyle birlikte en önemli balayı rotalarının başında yer almaktadır. Eğer balayınızı ya da tatilinizi, siz ve bir milyon diğer kişi ile Eyfel kulesine çıkmak için sıra bekleyerek, gerçek adı aşk çeşmesi bile olmayan bir su birikintisine para atmak, yüzyıllardır tamamlanmamış bir kiliseyi gezmek için para vermek ya da fuhuş ve uyuşturucu ile ünlü bir şehir de romantizm yaşamaya çalışmak ile geçirmek istiyorsanız lütfen önden buyurun, sizi kazıklayacak en yakın seyahat firması bir tık uzağınızda. Şuan “ama sen her şeye bu açıdan bakarsan hiçbir yeri beğenmezsin ki” dediğinizi duyar gibiyim. Benim bunca zamandır öğrendiğim tek şey; gerçekten turistik olan yerlere tam zamanında ve önyargısız ya da beklentisiz gitmezseniz gerçekten büyük hayal kırıklığı olabileceği. Zaten bir yer ile ilgili olan yazılarım, genelde pek anlatılmayan yönlerini anlatmak ve sonunda eğer beğendiysem gerçekten ne düşündüğümü yazmakla geçiyor. Ve maalesef çok üzgünüm ama Avrupa’nın birçok turist rotası gidip görülünce gerçekten saçma şeylerin gereksiz ünlü, ünlü olmasından dolayı da pahalı ve neden olduğunu anlamadığım şekilde de kalabalık olmasından ibaret. 

Venedik’e gelirsek eğer… Söz konusu Venedik olduğunda genelde sarf edilen iki büyük cümle vardır. İlki “sular altında kalmadan mutlaka ziyaret etmeniz gereken yer”. Zannedersiniz ki bunu söyleyenler küresel ısınma uzmanı. Yok öyle bir şey ya… İçiniz rahat olsun Venedik’in sular altında kaldığını muhtemelen sizin torunlarınız bile göremeyecek. Bir diğer meşhur cümle ise “işte şehirdeki ünlü bilmem nerenin dondurmasını yedikten (ya da şarabını içtikten sonra da olur :) sonra Venedik’in sokaklarında kaybolun” şeklindeki sanki romantikmiş gibi bir anlam içeren o meşhur basmakalıp cümle. Eğer bugüne kadar bu iki cümleye benzer bir şeyler okumadıysanız gelin beni bulun valla bak. Neyse işte orada ki “kaybolun” kelimesi var ya tam olarak sözlük anlamıyla kullanılıyor ama kimse bunu size söylemiyor. Bu yüzden kendinize tekrar sorun, yolları bile olmayan (ben de biliyorum Venedik’i ünlü yapan şeyin bu olduğunu) ve her geçen gün suların altına gömülen (yerseniz) bir şehirde vaktinizi labirentte kaybolmuş, bir türlü aradığı peynire ulaşamayan fareler gibi geçirmek istiyor musunuz? Hem de sizinle birlikte bir milyon diğer fare ile… 


Milano gezimiz sırasında benim baskılarım sonucu bir günü Venedik’e ayırdık. Her ne kadar sevdiceğim daha önce gitmiş olsa da ve Venedik’in overrated (fazla abartılmış yani) bir yer olduğunu düşünse de ben yine de oralara kadar gitmişken bir şans vermek istedim. Her yerde olduğu gibi buranın da hem iyi –size hep anlatılan- ve hem kötü –size asla anlatılmayan- yanları var. Genelde gideceğim şehirlerle ilgili herhangi bir önyargı oluşturmamaya çalışsam da bir çok yazı okuduğumdan ya da gidenlerden bilgi edinmeye çalıştığımdan bir türlü istediğim spontane gezi ruhunu yakalayamıyorum. Nedense Venedik’in çok büyük hayal kırıklığı olacağından emindim ama gidince gerçekten yanıldığımı anladım.

Gittiğim yerlerle ilgili hep size anlatılmayanları anlatmak istediğim için ilk olarak şununla başlamak istiyorum, Venedik için maksimum 48 saat yeter de artık. Hatta çok bile ama ben size fazladan izin verdim gezebilirsiniz, bendensiniz. Bizim firmanın gondolcusu var aşağıya bırakıyorum numarasını. Yani eğer burada balayı yapmak gibi bir planınız varsa –özellikle yaz aylarında, mayıs dahil- bunu direk kafanızdan çıkarın. Biz Mayıs başı gitmemize rağmen özellikle öğleden sonra öyle bir kalabalık oluyor ki aklınız durur. Ya bu kadar insan bu saate kadar neredeydi diyorsunuz. Daracık sokaklarda yürümek resmen bir işkenceye dönüşüyor ki akşamları yemek için iyi bir yer bulmayı falan geçiyorum. Size şöyle söyleyeyim, dondurma almak için beklemeniz gereken sıra İstiklal Mango’da indirim haftasında beklemeniz gereken kasa sırasından çok daha uzun olacak. Ki siz bir de kanalların üzerindeki köprülerde fotoğraf çekilmek için bekleyenleri görün. Bir de tabi bizim asla yapmayı düşünmediğimiz, hatta benim yapanları görünce üzüldüğüm gondol turları var ki, baya saatler harcamanız lazım. Üzüldüm çünkü siz sırf sevgilinizle götünüzü devirip selfie çekeceksiniz diye o adamlar sabahtan akşama daracık sokaklarda kürek çekiyorlar hem de kan ter içinde. Onların bundan para kazandığını biliyorum ama napayım üzüldüm. Bence hiç romantik değil, ayrıca da kanallarda çok trafik var. Bir de bu şehir de çok büyük bir ışık problemi var sevgili sosyal medya severler. Sokaklar dar olduğundan bir kısım nofilter hastaglı fotoğraflar gibi çıkarken fotoğrafın diğer yarısı anlamsız gölgelerle mahvoluyor. Bu kadar güzel bir atmosferde hiç beklemeyeceğiniz bir problem. Sonra söylemedi demeyin...



Bir diğer söylemem gereken şey Venedik, herhangi bir harita, GPS, konum uygulaması, pusula ya da kutup yıldızının gerçekten hiçbir işe yaramadığı bir yer çünkü yol yok. Yani şöyle, şimdi tren garında indiniz ve dışarı çıktınız ya da otobüsle de geldiyseniz geziniz garın oradan başlayacak, sorarak garı bulun. Karşınızda, üzerinde küçücük güzel köprüler olan kanallar ve güzel yeşil kubbesi ile sizi selamlayan bir kilise göreceksiniz. İşte burası gerçekten çok güzel ve etkileyici, tadını çıkartın... Her neyse, büyük bir heyecan içinde maceranıza başladınız diyelim. Size geri kalan zamanınızda yaşayacaklarınızın kısa bir özeti… Birinci köprü, daracık sokaklar, gelsin profil fotoları, hoooop meydana bağlanan güzel bir sokak, aaa tekrar köprü, kanallarda tekrar foto, bir diğer sokak, oha bu sefer yine köprü ama hangisi, dur bundan gidelim bari, yok yok dur köprünün olduğu sokağı kaçırdık, bir sonraki şu mu, ay o çok kalabalık ya, e bakmadın mı ya haritadan, baktım burada olması lazım, değil ama kaldık mı burada ne kadar geri gitmemiz lazım, bilmiyorum ya Venedikli miyim ben, bu insanlar nasıl yaşıyor burada ya, dur biraz oturalım bari, o değil de bu evler de rutubet olmuyor ya, ben burada yaşasam valla evin yolunu bulamam ha, sakinleşme evresi, neyse dur geç de resmini çekeyim, tekrar kanal-köprü-sokak, tekrar kaybol, gideceğin köprüyü kaçır, kavga ve hoooop yine başa dön…Arada tabi mutlaka dondurma sırasına gir, kaybolduğun yetmezmiş gibi bir de wc aramak zorunda kal, bir de neden bu kadar ünlü  olduğunu anlamadığın masklardan hangisini alacağına karar vermeye çalış…




Yahu hiç mi güzel yanı yok bu Venedik’in, e hani beğenmiştin? Valla beğendim ya. Biz çok doğru bir zamanda gittiğimiz için her şeyin tadını çıkarttık valla. Havası, suyu, kalabalığı, yemekleri, dondurması, birbirinden değişik maskları hepsi tam yerindeydi. Ama zorlukları da yok değil yani onu diyorum. Bir de başka yerlerde anlatıldığı kadar büyütmeyin gözünüzde. Bir gününüzü doya doya geçirebileceğiniz harika ve değişik bir atmosfer. Bizim gibi Mayıs başlarını seçerseniz çok kalabalığa kalmadan ve havalar çok ısınmadan tadını çıkartabilirsiniz. Eğer benim gibi doğuştan yön duygunuz yoksa mutlaka yanınıza yön duygusuna güvendiğiniz birilerini alın. Doğru köprüyü bulmaya çalıştığınız süre boyunca birlikte gittiğiniz insanla ilişkinizin sağlamlığını ayrıca da kendi sabrınızın sınırlarını ölçebilirsiniz. Mesela benim gibi biriyle giderseniz asla çıkışı bulamayabilir ve sonsuza kadar orada yaşamak zorunda kalabilirsiniz. Şaka bir yana eğer yolunuz düşerse Spritz adı verilen buz gibi turuncu kokteylden içebilir, tiramisulu dondurma yiyebilir ve hediyelik eşya dükkanlarında kendinizden geçebilirsiniz. 



Ve en sonunda eğer başarabilirseniz büyük meydana gelince dar sokaklarıyla ünlü bir yerin nasıl bu kadar güzel bir meydana ev sahipliği yaptığına şaşıracaksınız. İşte o büyük meydan sonsuza kadar kaybolduğunuzu sandığınız labirentin sonunda sizi bekleyen leziz peynir…

Bir gün yolunuzun Venedik’e düşmesi hiçbir şey düşünmeden gerçekten kaybolmanız dileğiyle…
Lydia Deetz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder