11 Mayıs 2016

Milano: Kuzey İtalya’daki Paralel Evren

Bir süredir bloğa yazı yazma isteği bulamamışken, birkaç yazıya başlayıp bir türlü bitirememişken anladım ki ilham perim beni sanatın ve modanın başkenti Milano’da bulacakmış. Geçtiğimiz hafta Hollanda, Almanya gibi protestan ülkelerde İsa’nın cennete gidişinin bilmem kaçıcı kez kutlanışı dolayısıyla tatildi. Zaten bu sene, sevgili Jesus’ın çarmıha gerilmesi olsun, ölmesi olsun, göğe yükselişi olsun, geri gelişi olsun, cennete gidişi olsun, artık aklınıza ne gelirse işte, inanılmaz yattık. Sırf bu tatiller yüzünden din olarak Hristiyanlığı düşünebilirim, özellikle protestan mezhebini. Acaba Tuğçe Kazaz hangi mezhepten Hristiyan olmuştu, belki daha detaylı bilgi verebilir. Her neyse, bu tatil sayesinde yıllardır diline, mutfağına ve insanlarının rahatlığına bayıldığım İtalya’ya gitme şansı elde ettim. Neden Milano derseniz, çünkü Milano benim için Rönesans’ın, sanatın ve modanın afsfgafhagffgsdgfgag J şaka şaka tabi ki böyle bir cevap vermeyeceğim. Gideceğimiz yer genelde şöyle belli oluyor. Skyscanner’ı aç, gitmek istediğin zaman dilini seç, en ucuz uçuşları listele. En son gittiğimiz Kopenhag gezimizin mali sarsıntılarını henüz atlatamadığımız için ekonomik açıdan batmakta olan güney Avrupa ülkelerine göz attık. Maalesef deli gibi gitmek istediğimiz Lisbon’a 200 yurodan aşağı bilet bulamadığımız için rotamızı Milano’ya çevirdik. Olay bu yani, uzatmaya gerek yok. Milano’ya hangi havayoluyla gidilir, şehirde kaç havaalanı vardır, havaalanından şehre nasıl gidilir, nereler gezilmelidir, neler yenmelidir, neler alınmalıdır tarzında olaylara hiç girmeyeceğim. Çünkü sırf bunlar için olan blogları biraz kurcalarsanız bu bilgilere kolayca ulaşabilirsiniz. Açıkçası nasıl gideceğiniz umurumda da değil, ben saatler harcamışım ucuz uçak bileti, seyahat planı, kalacak yer vs için. Dolayısıyla, siz de biraz hak edin. Sonuçta bir ömür yetecek facebook profil fotolarıyla döneceksiniz bu da motivasyonunuz olsun. Biz iki günü Milano’da, bir günü Como gölünde, bir günü de Venedik’te geçirdik. Daha sonra “Bir Labirent olarak Venedik” ve “Como Gölün’de George Clooney ile Komşu Olma Rehberi” yazıları yazmayı düşünüyorum. Milano’nun çok abartıldığını, aslında sıradan normal bir şehir olduğunu söyleyenlerin, bir şehirden tam olarak ne beklediklerini bilemediğimden ben kesinlikle bu görüşe katılmadığımı baştan belirtmeliyim. Benim için Milano, kısa süreliğine de olsa zamanın durduğu şehir...


Piazza Di Duomo

Şunu söyleyerek başlamak istiyorum; İtalya ve İtalyanlar sanki bambaşka bir zaman diliminde ve gezegendenlermiş gibi. İçinde bulundukları bu gezegende (çizme şeklinde bir gezegen gibi düşünebilirsiniz) de tek dertleri yemek, içmek ve giyinmek. İstediğim hayat…
Nereye gidilir, ne yenir, ne alınır yazmayacağım dedim ama tek bir istisna yapmak istiyorum. 

Milano’ya gidilirken valize neler konulmadır? Bak bu sorunun cevabı çok önemli, sonra sizi çizmenin kapısından içeri almaz moda polisleri, geri dönmek zorunda kalırsınız. Milano’ya giderken yanınıza mutlaka bir adet tercihen lacivert İtalyan kesim blazer bir ceket, bir adet şifon gömlek ve elde taşırken güzel gözükecek kombininizi tamamlayacak bir topuklu ayakkabı almanız şart. (Topuklu ayakkabı elde taşınacak çünkü şehrin merkezi tamamen Arnavut kaldırımı ve topuklularla yürümek oldukça zor. Ama modanın başkentinde topuklusu mu yok desinler, önemli olan olduğunu insanların gözüne gözüne sokmak, ben yıllardır Milanoluyum canğnım imajı yaratmak). Şehir merkezinde üzerinizde bunlar olmadan dolaşamazsınız. Allah’ım, herkes mi bu kombinle gezer bir şehirde. İlk defa bir ülkede erkekler kadınlardan neredeyse daha şıktı. Benim anlamadığım bu insanlar ne iş yapıyor, hepiniz mi kreatif direktörsünüz, hepiniz mi sanat galerisinde çalışıyorsunuz, hepinizin mi sponsorla toplantısı var. Kimsiniz ya siz? Anlamadım gitti. O yüzden siz beni dinleyin, diş fırçanızı unutun ama ceketinizi unutmayın. Zaten Milano’da bu şekilde giyinmeyenlerin paçoz turistler olduğu direk belli. 


Bunun dışında yanınıza alırsanız iyi olacak bir diğer şey kulak tıkacı yada bass soundu iyi bir kulaklık, eğer bunları unutursanız da baş ağrınız için bir ağrı kesici alabilirsiniz. Neden derseniz ben hayatımda böyle gürültülü bir ülke görmedim. Herkes avaz avaz bağırarak konuşuyor yetmezmiş gibi metro istasyonlarındaki ekranlarda son ses reklamlar. Hayır bir de ne konuşuyorsunuz bu kadar. Siyaset desen değil, ekonomik batışınız desen hiç umrunuzda değil, e ne peki? Akşama neli makarna yapıcaz diye mi tartışıyorsunuz, yarın ne giyicem diye mi anlamadım ben arkadaş. Tamam diliniz çok güzel, melodili melodili ama bu da kafa yani. Valla şiştim ha, bir susun be…

Milano’nun bir diğer kötü yanı da şehirde insandan çok güvercin olması. Özellikle, şehrin kalbinin attığı Duomo meydanını resmen güvercinler basmış. Tam poza girmişsiniz selfie çekeceksiniz pııııırrrrr bir güvercin grubu havalanıyor. Ya da sevgilinize sarılmış romantik bir şekilde yürüyorsunuz üzerinize son sürat şişko bir güvercin kırıyor. Yani bir türlü moda sokamıyorlar sizi. Buradan Milano belediyesine sesleniyorum lütfen bu güvercin sorununa bir çare bulun, bulamazsanız da Kadir Topbaş’a sorun o kesin bulur çünkü.



Galleria Vittorio Emanuele 

Bunların yanında, Milano gerçekten görmeye değer açık hava müzesi gibi bir şehir. Metro istasyonundan çıkarken insanı büyüleyen dantel gibi işlenmiş Duomo kilisesi olsun, içinde Pradaların, Lois Vuittonların bile ucuz kaldığı Galleria Vittorio Emanuele sı olsun, daha mayıs başında bile insanların güneş kremlerini sürüp bikinileriyle güneşlendikleri Castello Sforza kalesi ve parkı olsun, olsun da olsun…  Mutfağına gelirsek, pizzanın, makarnanın, tiramisunun, şarabın, zeytin yağının envai çeşidinin bulunduğu, dünyaları yiyip yine de doymadığım yegane yerdir heralde. Milletin “abi ne varsa Hint mutfağında var”, “saçmalamayın, ben Uzakdoğu mutfağının üzerine tanımam” muhabbetlerinde, senin favorin hangisi sorusu hep bir gözlerimi doldururdu bugüne kadar. Çünkü onca yer gezmiş olmama rağmen "Türk mutfağı gibisi yok beee" diye kezoca geçiştiren ben, sonunda cevabımı buldum. Benim ki de İtalyan mutfağı lan (zaten bizimkine çok yakın ama daha havalısı :). Sizin kekiğinize, zeytinyağınıza kurban olurum yaaa, oohhh biraz da şuralarıma :)

Castello Sforzesco

Bir şehrin merkezinde arka fonda resmen çatal kaşık sesleri, bardağa konulan şarap sesi ve insanların kahkahaları mı duyulur ya? İşte Milano böyle bir yer. İnsanların bir yere yetişmek için koşturdukları ama bir o kadar da keyfini çıkardıkları bir yer. Bu dünyada ama değil gibi. Dolayısıyla benden size tavsiye yolunuz düşerse mutlaka gidin hatta benim için Duomo’nun yanındaki Il Mercato Del Duomo’da pesto soslu lazanya yiyin…Bu hayatta sürekli bir yerlere koşturduğunuzu birkaç günlüğüne de olsa unutup, La Dolce Vita filminin içindeymişsiniz gibi yaşayın. Tabi bir de gönül “gitmişken alışverişin dibine vurun” demek isterdi ama iki maaşınızı bir araya getirseniz de alamayacağınız çanta ve ayakkabılar için kendiniz üzmeyin diye bu kısmı atlıyorum. Fakat siz de fakirler gibi magnet, anahtarlık vs almakta özgürsünüz. Hem kendinizi şehrin büyüsüne kaptırmamış ve nereden geldiğinizi unutmamış olursunuz. Çünkü Milano’da sıradan bir kafede oturanların bile ayağında Valentino kolunda Micheal Kors olduğu düşünürsek bu tür markalar biran “lan acaba?” sorusuyla sanki çok ulaşılabilirmiş gibi geliyor. Aman diyim…  

Arrivederci,
Lydia Deetz 

1 yorum:

  1. Milano süper bir yer, oraları bende görmek istiyorum birde şu topuklu ayakkabı ve stilettolar bir vazgeçilmez ya.

    YanıtlaSil